Zaman hep akar.
Ama herkes o akışta aynı şekilde var olmaz.
Kimi sadece geçer, kimi fark eder.
Birinin günü bir anda biter, diğeri bir âna bir ömür sığdırır.
Farkı yaratan, dış koşullar değil; iç yoğunluktur.

İnsanın zamanı uzatması mümkün değildir,
ama onunla kurduğu ilişkiyi değiştirmesi mümkündür.
Bir şeyin içinde ne kadar bilinçle bulunursan,
o kadar derin hissedersin zamanı.
Bir kahve yudumunun bile uzayabildiği o farkındalık hâli,
zamanın yavaşladığı bir iç evrendir aslında.

Zamanın genişlemesi, takvimle değil, dikkatle ölçülür.
Anın içine ne kadar çok anlam yerleştirirsen,
o an o kadar ağırlaşır.
Aksi durumda — zihnin dağınıksa,
dikkatin başka yerlerdeyse — zaman kaybolur,
kendini de onunla birlikte kaybedersin.

Zihnin karanlık maddeye benzer;
ışık almadığında, anı yutar.
Bir bakarsın üç saat geçmiş,
ama yaşadığın şey neredeyse hiç yok.
İşte o, bilincin çöktüğü andır.

Ama bir odak, bir anlam, bir niyet geldiğinde
zaman yeniden görünür olur.
Dakikalar ağırlaşır, his derinleşir,
ve o an artık sıradan değildir.
Zaman uzamaz ama yoğunlaşır. Fizikte, kütlesi yoğun bir alana — örneğin bir kara deliğin çevresine — girdiğinde zaman gerçekten yavaşlar.
Kütle ne kadar büyükse, çekim alanı o kadar güçlü olur; zamanın akışı da o kadar ağırlaşır.
İnsanın iç dünyasında da bu benzerdir:
Şuurun, anlamın ve dikkatin yoğunlaştığı yerde, zaman yavaşlar.
Dakikalar uzamaz ama derinleşir;
tıpkı yoğun kütlenin uzayı bükmesi gibi,
yoğun bilinç de anı bükerek uzatır.

 

Zamanın özü hızda değil, farkındalıktadır.
Ne kadar bilinçli yaşarsan, o kadar derin hissedersin varlığı.
Çünkü zamanı gerçek kılan, onun akışı değil;
senin onu idrak edişindir.

#

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

hasnablog.com