Skolastik felsefe, yaklaşık 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar Batı düşüncesinin hâkim paradigmasıdır. “Skolastik” kelimesi scholadan, yani okuldan türemiştir. Bu, tesadüfi değildir: skolastik düşünce bir manastırın inzivasında değil, disiplinli okul tartışmalarında, sistematik derslerde, titiz mantık çözümlemelerinde gelişmiştir.

Özü itibarıyla skolastik felsefe, şu soruya odaklanır:
👉 İman ve akıl birbirini tamamlar mı, yoksa biri diğerini gereksiz kılar mı?

Skolastikler şuna inanıyordu: İnanç zaten hakikatin kendisidir. Ama akıl da Tanrı’nın insana verdiği bir armağan olduğuna göre, hakikati anlamak için kullanılabilir. Yani iman masanın başında oturur, akıl ise onun yanında.

Erken skolastik dönemde Hristiyan düşünürler, Antik Yunan’dan devralınan mirası yeniden okumaya başladılar. Bu miras, özellikle Aristoteles mantığı ve Yeni-Platoncu öğelerdi.

Anselmus ve Mantığın Kapısı

  • Anselmus (1033–1109), bu çabanın ilk doruk noktasıdır. Onun geliştirdiği ontolojik kanıt, skolastiğin mantıksal cesaretini ortaya koyar:

  • Eğer Tanrı “en mükemmel varlık” ise:

    • Onu sadece zihnimizde düşünmek yetmez.

    • Çünkü sadece zihinde var olan bir Tanrı, “gerçekte de var olan Tanrı”dan daha eksik olurdu.

    • Ama Tanrı kavramı zaten “eksiksizlik” içeriyor.

    • O halde Tanrı, zorunlu olarak gerçekte de vardır.

    👉 Yani Anselmus’un akıl yürütmesi, “Tanrı’nın var olmaması mantıksal olarak mümkün değildir” sonucuna çıkıyor.

    • Bu “ontolojik kanıt”, skolastiğin özünü çok iyi anlatıyor: İmanla başlıyoruz, ama akılla destekliyoruz.

    1. yüzyılda Aristoteles’in eserleri, İslam filozofları (özellikle İbn Sina ve İbn Rüşd) aracılığıyla Batı’ya ulaştı. Bu, skolastiğe yeni bir ivme kazandırdı.

    • Aquinas: İki Yol, Tek Hakika

    • Thomas Aquinas (1225–1274), bu ivmeyi en güçlü şekilde temsil eden isimdir.

      • Ona göre hakikate iki yolla ulaşılır: vahiy (iman) ve doğa aklı (ratio).

      • Bu iki yol çelişmez, çünkü ikisi de aynı Tanrı’dan kaynaklanır.

      • Aquinas’ın ünlü Beş Yolu (Quinque Viae), Tanrı’nın varlığını akılla temellendirme çabasıdır: hareketten ilk hareket ettiriciye, nedenden ilk nedene, zorunluluk, derece ve ereksellikten Tanrı’ya ulaşma.

      • Ockham: Fazlalıkları Budamak

        Geç skolastikte William of Ockham, ünlü “Ockham’ın Usturası” ilkesini ortaya attı:
        👉 “Varlıkları gereksiz yere çoğaltma.”

        Yani, basit açıklama varken karmaşık olanı tercih etme. Bu yaklaşım, aslında modern bilimin mantığını hatırlatıyor.

        Skolastiğin Eleştirisi ve Mirası

        Skolastik felsefe çoğu zaman dogmatik olmakla, özgür düşünceyi sınırlamakla eleştirilmiştir. Gerçekten de iman, her zaman aklın üzerinde bir otoriteydi. Ancak bu olumsuzluklara rağmen skolastik felsefenin bıraktığı miras küçümsenemez:

        • Üniversite kurumlarının ve akademik tartışma geleneğinin doğuşu.

        • Mantık disiplininin kurumsallaşması.

        • Antik Yunan ve İslam felsefesinin Avrupa’da yeniden keşfi.

        • Modern bilimin metodolojik ilkelerine giden yolun açılması.

    • Rönesans: Zincirleri Kırma İradesi

      (15.–16. yüzyıl)
      Rönesans, kelime anlamıyla “yeniden doğuş”tur.

      • Antik metinler yeniden keşfedildi.

      • Hümanizm doğdu; insan aklı ve yaratıcılığı merkeze alındı.

      • Bilim, gözleme ve deneye yöneldi.

      • Galileo, Kopernik, Bruno gibi isimler kilisenin otoritesine meydan okudu.

      👉 Skolastik mantık zincirleri, Rönesans’ın özgür düşüncesiyle kırıldı.

      • Sonuç: Zincir mi, Köprü mü?

        Skolastik felsefe, kimilerine göre aklın zincire vurulduğu çağdır; çünkü akıl, daima iman otoritesine boyun eğmek zorundaydı. Ama kimilerine göre de skolastik, o zincirlerden süzülen ışığın kendisidir; çünkü mantık, tartışma, sistematik düşünce skolastiğin içinde yeşerdi.

#

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

hasnablog.com